Deyimler ve anlamları, atasözlerinden ayrı olarak, kavram veya şart bildirirler ve nasihat veya yol göstericilik yoktur. Jurnal hayatta kullandığımız ‘Açık yürekli elde etmek ’, ‘Bahtına küsmek ’ ve ‘Cevabı yapıştırmak ’ gibi laf öbekleri en sık kullanılan kısa ve kalıplaşmış deyim örneklerindendir…
JURNAL HAYATTA EN FAZLA KULLANILAN KISA VE KALIPLAŞMIŞ DEYİM ÖRNEKLERİ (A ’DAN Z ’YE)
IFŞA ETMEK: Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya dahil etmemek. “Senelerdir içinde sakladığı sırrı mahkemede açığa vurdu.”
Açık kalpli /yürekli: Samimî, içi pak, içi dışı bir olan kimse. “Komşumuz dek açık kalpli bir adam görmedim.”
Açık kapı ele vermek: Gerektiğinde bir konuya her yerde dönebilme imkânı teslim etmek, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı adet edinmek. “Bu değin belirlenmiş konuşmayalım, açık kapı bırakalım da iyi düşünebilme fırsatları olsun.”
Açıkta kalmak (almak): 1. İş ve tahsis bulamamak. 2. Boşboğaz yurtsuz kalmak. 3. kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak. “Çoluk çocuk açıkta kaldılar fabrika kapanınca.”
Açık saptamak: 1) Geliri, giderini karşılamamak. “Maaşımız yetmeyecek bu ay, galiba açık vereceğiz.” 2) Ortaya çıkmaması gereken şeyi farkında olan olmadan belli etmek. “Uyarı et de düşmanlarına açık verme.”
Ağzı söz yerine getirmek: Güzel, inandırıcı laf söyleme yeteneği olmak. “Politikacı mı olacaksın, ağzın söz da yapmalı.”
Ağzına bir parmak bal aşırmak: Amacına ulaşmak için birini tatlı sözlerle bir zaman eğlendirmek, kandırmak; umut verip ikna ederek işini yaptırmak. “Böylece bir insan oysa ağzına bir parmak bal çal, sonradan her istediğini yaptır.”
Akşamdan kavur, sabaha savur: Kazandığını günü gününe harcayan, har vurup harman savuran, savruk kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.
Akşamı iple çekmek: Gecenin olmasını sabırsızlıkla ummak. “Ne hoş bir ziyaret olacak. Akşamı iple çekiyorum.”
Altı kaval, üstü şeşhane /Şişhane: Daha fazla giyim için “altı, üstüne; bir parçası öbür parçasına uymaz.” anlamında kullanılır. “Çabuk çıkar şu üzerindeki altı kaval üstü şeşhane elbiseyi, yoksa rezil olacaksın el âleme.”
Anasından doğduğuna pişman: 1) Miskin, fazla hareketsiz. 2) Canından bezmiş. “O işi yaptı fakat anasından doğduğuna bin pişman.”
Bağrı yanık: Fazla dertli, acılı (kimse).
Bahtına küsmek: İşlerin ters gitmesi yüzünden karamsar elde etmek; şansına küsmek, talihine küsmek.
Barut kokusu ulaşmak (burnuna): Savaş veya tehlikeli bir şey olacağını sezmek.
Bastığı yeri bilmemek: Sevinç, heyecan, vb. etkisiyle davranışlarını denetleyememek, afallamak, ne yaptığını bilememek.
Başı dertte (almak): Tedirgin, güvenli olmayan bir şart içinde (edinmek).
Başı kabak: 1. Saçları dökülmüş. 2. Başında şapka, başörtüsü vb. olmayan.
Bir otomobil laf: Bir yığın düşüncesiz, yersiz söz.
Bohçasını koltuğuna devretmek : Kovmak, defetmek, işine son saptamak.
Burnu gelişmek : Kendini büyük biri olarak görmeye başlatmak; başkalarını beğenmemek.
Can evi: 1. Kalp. 2. En duyarlı bölge. “Onları can evlerinden vurmaya yemin etti.”
Cinleri başına toplamak: Sinirlenmek, sinirlenmek, fazla çileden çıkartmak. “Cebren cinleri başıma topladınız.”
Cevabı yapıştırmak: Karşısındakinin, beklemediği, zıt, şiddet duruma düşürücü bir cevap saptamak. “Pek bir yanıt yapıştırdı ancak karşısındaki donakaldı.”
Çam yarması: İri gövdeli insan.
Çekeceği edinmek: Fazla acı çekeceği, sıkıntıya gireceği bir iş veya durumla karşılaşacağı sezilir olmak. “Öyle anlaşılıyor ki bu çavuştan çekeceğimiz var.”
Çiçeği burnunda: Fazla taze, yeni koparılmış. “Çiçeği burnunda bir haber getirmek için yarışa girdi muhabirler.”
Çoluk çocuğa karışmak: Evlenip, çocukları dünyaya gelip, onlarla uğraşır almak. “Vay canına! Daha dünkü çocuktu, bugün çoluk çocuğa karışmış! Vakit ne ivedi da geçiyor.”
Dallanıp budaklanmak: Genişleyip yayılmak, gittikçe büyüyerek girift bir koşul almak. “İşi dallandırıp budaklandırmada üstüne yok hani!”
Dara getirmek: Aceleye getirmek, gerektiği gibi zaman ayıramamak. “Biraz erken kalkalım da dara getirmeden yapalım işi, güzel olsun.”
Defe (tefe) belirlemek: Dedikodusunu yerine getirmek, kınayan bir dille başkalarına anlatmak, alaya elde etmek. “Sakın söyleme, yoksa bizi defe koyarlar.”
Dili açmak: Herhangi bir sebepten dolayı konuşamayan kimse, birden konuşmaya başlamış almak. “Dili açıldı çok şükür!”
Ekmeğini : Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı galip gelmek. “Kaygılanma, ekmeğini kazanmasını bilir o.”
Eli hafif: İncitmeden, can yakmadan meslek görebilen. “İğneyi Hatice hemşireye vurdurun eli hafiftir onun.”
Ensesi kalın: Parası fazla, zengin, sözü geçer, ödeme gücü yüksek (kimse). “Niçin şu ensesi kalın adamlardan destek istemiyorsunuz.”
Eski hamam eski tas: Hiçbir şey değişmemiş, eski durumda kalmış. “Köy benzer, insanlar aynı, eski hamam eski tas.”
Et tırnak elde etmek: Sıkı bir ilişkiye girmek, birbirinden kopmamak.
Fener alayı: Bayram gecelerinde topluluk halk müziği topluluklarının, ellerinde fener ya da meşalelerle şehri dolaşarak yaptıkları gösteri.
Fiskos etmek: Birilerinin bulunduğu bir yerde birkaç birey el altından ve alçak sesle konuşmak. “Utanmıyor musunuz bu dek kişi içinde fiskos etmeye?”
Fütur getirmemek: Bıkkınlık getirmemek, umutsuzluğa düşmemek. “Sakın fütur getirme, göreceksin başaracağız.”
Gani gönüllü: Cömert, eli bol, vermekten kaçınmayan. “Gani gönüllü insanlara artık günümüzde öyle rastlanmıyor.”
Gel gelelim: “Fakat, lakin, oysa” ve “Ne tedavi oysa.” anlamlarında kullanılır. “Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler.”
Gönlü kara: Başkaları hakkında fena düşünen, onların iyiliğini istemeyen.
Göz hapsine almak: Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir davranışını gözden kaçırmamak. “Askerler, kaçak mahkûmun sığındığı evi bir saat dek göz hapsine aldılar.”
Hacı ağa: Özellikle büyük kentlerde gereksiz yere çok para harcayan, taşralı bilgisiz varlıklı. “Ne bu israf! Hacı ağa mısın sen?”
Hakkını yemek yemek: Birinin hakkı olan şeyi vermemek, onu kendisine maletmek. “Dürüst ol, milletin hakkını yeme, yoksa boğazında kalır.”
Halis muhlis: Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde tanıdık olmayan madde bulunmayan. “Halis muhlis bir zeytin yağı satarız biz.”
Har vurup harman savurmak: Paldır Küldür, ilgisizce harcamak; malını, parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp harcamak.
Huyunu suyunu edinmek: Onun özelliklerini, davranışlarını ve karakterini yapısına geçirmek.
Hüsnükuruntu: İhtimalî bulunmadığı hâlde hoş bir şeyin olacağını sanma, hayal kurma, buna kendini inandırma.
Iskartaya dışlamak: İşi yaramaz, değersiz bularak bir yana atmak. “Beni hiç kimse ıskartaya çıkaramaz.”
Islah etmek: Hatası, yanlışı olan kimseyi yola getirmek, doğru olanı görmesini karşılamak. “Allah seni ıslah etsin, ne vakit düzeleceksin!”
İç gıcıklamak: 1. Huylandırmak. 2. İstek uyandırmak.
İflahını kesmek: Gücünü adamakıllı yok edip bir daha karşısında koyamayacak, düzelemeyecek, iş yapamayacak duruma getirmek. “Ben adamın iflahını keserim, anladın mı?”
İpe un sermek: İstenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük dahil etmemek, engeller uygulamak.
İşi duman almak: İşi ve durumu fena edinmek, berbat bir durumda bulunmak.
İzinden yürümek: Birine dürüst bağlanarak onun başladığı işi aynı hoşgörüyle sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini tıpkı benimsemek.
Jeton düşmemek / takılmak: Söylenenleri, olup bitenleri anlayamamak.
Jetonu geç düşmek: Bir konuyu, sorunu veya düşünceyi geç ve zor bilmek. “Jetonu geç düşüyor galiba, şaka yaptığımızı anlamadı hâlâ.”
Günlük etmek: Biriyle ilgili, yetkili kimselere kötülemede bulunmak; yazılı, sözlü ihbarda bulunmak.
Kabuğuna çekilmek: kimsesiz kalmak, dış dünya ile ilgisini kesmek, kimse ile görüşmemek. “Geçirdiği kazadan sonra tamamen kabuğuna çekildi.”
Kâğıt üstünde kalmak: Yapılması kararlaştırıldığı halde uygulanmamak; konuşulan, kararlaştırılan yazıda kalmak. “böylece yol yapımı, sulandırma kanalı daima kâğıt üzerinde kaldı.”
Kelle götürür gibi: Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir şey ulaştıracakmış gibi fazla seri koşarak.
Kene gibi yapışmak: Yakasını bir türlü bırakmamak; istenmediği hâlde, çıkar sağladığı için birinin peşini bırakmamak. “Kene gibi yapışmıştı adamın yakasına, peşini bir türlü bırakmıyordu.”
Kızıl (kızılca) kıyamet kopmak: Bir meselede büyük, fazla, curcunalı bir kavgaya gerektirmek; yüksek sesli kavga açılmak. “Sizin bostanlara su vermeyeceğim deyince kızılca kıyamet koptu.”
Söz ebesi: Söyleyecek sözü bol olan, her söze karışan, herkese laf yetiştiren, çok konuşan. “Laf ebeliğini bırak da ne söyleyeceksen söyle!”
Leb demeden leblebiyi bilmek: Daha sözün başında ne demek istediğini kavramak, halden anlayan ve kavrayışlı olmak.
Lüpe konmak: Değerli bir şeyi bedavadan, emek sarf etmeden ele geçirmek.
Mahşer midillisi: Kısa boylu, fitneci kimse.
Mal bulmuş mağribi gibi: Büyük bir zenginliğe kavuşmuşçasına büyük mutluluk ve coşku ile.
Mim koymak: 1. (Bir şey) unutulmaması için sinyâl ayarlamak. 2. Kayda Değer bularak üzerinde durmak, düşünmek, önemli şeyler arasında saymak. “Bu atasözüne bir mim koy, dedi öğretmenim.”
Mürekkebi kurumadan: Bir şeyin yazılmasından fazla kısa bir zaman sonra.
Ne akar ne kokar: Kimseye ne faydası ne de zararı dokunan pısırık, çekingen kimseler için kullanılır.
Nur topu: Gürbüz, sağlıklı, fazla güzel ve temiz çocuklar için söylenir.
Nutku tutulmak: Korkudan, üzüntüden, heyecandan konuşamaz elde etmek. “Katili aleyhinde görür görmez nutku tutuldu.”
Oğul balı: 1. Evlât, evlâdın asıl babaya yansıyan geliri. 2. Oğul arılarının yaptığı bal.
On parmağında on beceri: Çok hünerli, her işin altından kalkan, ustalığı fazla, elinden her iş gelir.
Oya kurmak: Bir işin sonucunu tahsis etmek üzere oy verilmesini arzu etmek, oylama aracılığıyla bir topluluğun görüşünü olmak. “Bu görüşü oya koymayı öneri ediyorum, kabul edenler el kaldırsınlar.”
Ölmek var, dönmek yok: “Neye mülk olursa olsun, meslek ardına kadar götürülecektir, yapılmasından kaçınılmayacaktır” anlamında kullanılır. “Özgürlük yolunda vefat etmek var, dönmek değil bize.”
Ömrüne bolluk: “Var ol, sağ ol, ömrün uzun olsun” anlamında kullanılır.
Özü sözü bir: Düşünceleri, söyledikleri ve yaptıkları bir olan, ne düşünüyorsa onu söyleyen, içi dışı bir olan kimse. “Özü sözü bir olan insanlara karşılaşmak gittikçe zorlaşıyor.”
Kundura pahalı: Girişilen işin güvenli olmayan olduğunu anlatmak için kullanılır. “Baktı fakat kundura fiyatı yüksek, hemen geri döndü.”
Palas pandıras: Acele olarak, hazırlanmaya vakit bulamadan. “Palas pandıras evden çıkmak zorunda kaldık.”
Para sızdırmak: Kandırarak, zorlayarak birinden para olmak. “Kabadayılar esnaftan az para sızdırmadılar.”
Postu kurtarmak: Can tehlikesini atlatmak, öldürülme tehlikesi olan yerden kaçıp kurtulmak. “Postu kurtardık fazla şükür.”
Pösteki saymak: İçinden çıkılması kuvvet ve yararsız bir işle uğraşmak.
Pupa yelken: 1. Alabildiğince, hiçbir şeye bağımlı olmadan. 2. Yelkenler, arkadan esen rüzgarla şişirilmiş olarak, bütün yolla. “Pupa yelken açıldık denize.”
Rest çekmek: 1. Belirli konuşma elde etmek, herhangi bir konuda son sözü bildirmek. 2. Bir oyunda önündeki paranın tümünü ortaya belirlemek. “Böylece bir rest çekti ama görmeliydiniz.”
Rüzgâr gelecek delikleri engellemek: İstenmeyen bir duruma veya hasar gelebilecek bir gelişmeye aleyhinde her türlü önlemi edinmek.
Saçı bitmedik (babasız): Doğalı çok olmamış, hemen şimdi yeni doğmuş çocuk (babasız). “Bu parada, saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır.”
Sağır sultan bile duydu: İşitmedik kimse kalmadı, hemen cümbür cemaat işitti, duymayan kalmadı. “Haklarında meydana çıkan dedikoduyu sağır sultan bile duydu ama siz duymadınız o kadar mi?”
Salkım saçak: Düzensiz, yamalı bir durumda; parçası bir yanlamasına ayrılmış.
Sıfırı tüketmek: 1. Elinde avucunda bir şey kalmamak, malı ve parayı bitirmek. 2. Gücü kalmamak. “Bu dek dikkatsiz davranmasaydı sıfırı tüketmezdi.”
Sipsivri kalmak: tek başına, çaresiz apaçık kalmak. “Sipsivri kalakalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum.”
Süt liman elde etmek: Atıl, sessiz, yatışmak. “Ortalık bir anda süt liman olmuştu.”
Şeytan dürtmek: Durup dururken uygunsuz, fena bir davranışta bulunmak. “Hoş hoş oynarken arkadaşına vurup kaçtı, iblis dürttü herhalde.”
Kesin Olmama kurdu: Kişinin içini kemiren, onu sıkıntılı eden kuşku. “Onu arkadaşlarıyla birlikte gönderdim lakin yine de içimi bir şüphe kurdu kemirip duruyor.”
Tabanları kaldırmak: Fazla hızlı yürümeye ya da fazla çabuk koşarak kaçmaya başlamak. “Polislerin geldiğini görür görmez tabanları kaldırdı.”
Esas taşı: 1. Bir yapının temeline konan taş. 2. Bir şeye esas olan öğe, birey, bir şeyin aslî unsuru, en enerjik dayanağı. “Bu şiir, onun şiir anlayışının esas taşıdır.”
Tokat aşketmek: Pat Diye el içi ile vurmak.
Tut kelin perçeminden: Kuvvet bir durumda çözümün zor olduğunu izah etmek için kullanılır.
Tüyü düzmek: Önceleri fena olan kılık kıyafetini düzeltmek, iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir edinmek.
Ucunda bir şey elde etmek: Bir şeyde gizli bir hedef bulunmak. “Bu davranışının ucunda bir şey var lakin anlayamadım.”
Ununu elemiş, eleğini asmış: Hayatta gerçekleştirmek istediklerini yapmış, geri kalan ömrü süresince artık yapacak manâlı bir işi kalmamış kimseler için söylenir.
Uzun uzadıya: Fazla enine boyuna, en ince noktalarına inerek. “Meseleyi enine boyuna inceledik.”
Üste saptamak: Fazladan ödeme yapmak. “Üste bir milyon verdiler ama bu arabayı değişmedim.”
Üvey evlât gibi yakalamak (saymak): Horlamak, haksızlık etmek, iyi davranmamak, küçük görmek. “Dokunma bana, beni daima üvey evlât gibi tuttun, ne süre yaklaştıysam sana köşe bucak kaçtın benden.”
Üzüm üzüm üzülmek: Haddinden fazla, çok üzülmek. “Anneciği üzüm üzüm üzülüyor ama bir tedavi bulamıyordu.”
Vaktini elde etmek: Epey zaman harcanmasını yol açmak, başka bir işe bölünmüş zamanı tutmak. “Vaktini alıyorum ama diğer çarem de yok.”
Varlık göstermek: Beğenilir bir meslek yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yapmak; kendini kullanmak. “Oynadığı ilk oyunda bir varlık gösteremedi.”
Vız gelmek (vız gelip tırıs gitmek): Hiç önemsememek, aldırış etmemek. “Onun sözleri vız kazanç bana, önce kendine söz geçirsin.”
Vücudunu ortadan kaldırmak: Öldürmek. “Sabaha kadar adamın vücudunu ortadan kaldırın, yoksa başımıza çok iş açacak.”
anımsamak: Hatırasına Yapmak, anımsamak. “Seni her gün yad ederiz buralarda.”
Yağlı tip: Bol paralı, fazla alışveriş yapan varlıklı müşteri. “İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkânı.”
Yahudi pazarlığı: Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık. “Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen.”
Yel yeperek yelken kürek: Telâş içinde, çok telaş olarak, heyecanla.
Yıldızı sönmek: Ününü ve itibarını kaybetmek. “Yıldızının bu değin çabuk söneceği kimin aklına gelirdi oysa!”
Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay, kıymetli eşya (altın, elmas gibi.)
Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız.
Zehir zemberek: İnsanın içine işleyen, onurunu zedeleyen fazla acı laf.
Zokayı yutkunmak: Aldatılıp zarara sokulmak.
Zülfüyâra dokunmak: İşle ilgili olanı, hatırlı ve güçlü kimseyi ya da yüksek bir makamı kimi söz ve davranışlarla gücendirmek, darılmasına gerektirmek. “Hayır geri duramam, zülfüyâra dokunsa da söyleyeceğim.”